0
Posted by Anıl on 12:25

hahaha blog için seçtiğim skin'e (ya da adı her ne haltsa) baktım da, tamam güzel duruyo ama benle o kadar alakasız ki... bi kere iphone'um yok, arabam yok, paris'e hiç gitmedim:) 2 yıl aradan sonra bol boş zaman ve zihin yüküyle tekrar oturdum başına. ne kadar çok değişti, artık buna şaşırmamayı öğrenmem gerekiyor sanırım ya da böyle iyi mi ne... böyle her geçiş döneminde 70 yaşımdaki halimi hayal edip "sonra işte çocuklar, tesadüfen o işi buldum ve bütün hayatım değişti. 1 sene sonra da X'le ayrıldık, inanabiliyor musunuz? ondan 1,5 sene sonra da dergiyi kapattılar" diye anlattığımı düşünüyorum... bi yandan hep istediğim şeyleri yapıyor/yapabiliyor oluşum, onlara bodoslama dalma huyum çok hoşuma gidiyor. diğer yandan kendini her daim korumaya alan, temkinli ve her zaman düşünerek yaşayan insanlara bakıyorum. bir yanım onlar gibi, hem de çok fena. zaten tüm problemler de bundan çıkıyor. ama o güvenlik hissinin verdiği stabilite düşüncesi o kadar boğuyor ki beni. her halükarda güvenceyi takmayan ben galip geliyor bu çatışmada.. adrenalin bağımlılığı sanırım. sonra da gelsin yara bere çizikler.. yerinde olmayı en çok istediğim film karakterlerinden birinin the big lebowski olması tesadüf olmamalı. ne diyordu tony montana: "me, I want what's coming to me." ya da daha kıro bir deyimle "Gelsin hayat bildiği gibi" ahaha. (öff bu örnekle yazıyı rezil ettim)
her neyse geçiş dönemi diyordum. bahar gelince her şey değişiverecek sanki. hava ısınacak, istediğim işi yapmaya başlayacağım, yine o koşuşturmaya gireceğim ve kafama üşüşenler sisler misali dağılacak... sabırlı olmak beklediğin şeyi unutarak beklemeye devam etmek, böyle sabırlı olunabiliyormuş anca.

0

eşşek sıpası

Posted by Anıl on 10:31

mart 2008'den bu yana hayatıma renk ve bazen yorgunluk katan en büyük olay sütçü hazretleri oldu. bütün kardeşleri sütü kesip kuru mamaya geçtiğinde bile cazgırca sütü bırakmayan bu el kadar haydutu yavaş yavaş sütten kestik ve doğru yeni yuvasına getirdik. büyüdükçe semirip kuzu boyutlarına geldi ama yine de annesinin bir tanesi o. bu arada çok maceralarımız oldu tabi, özellikle erkenden idrarında kristallenme yaşadığı için bol bol veteriner ziyaretleri, sondalar, mama değişiklikleri... 1 senedir eve her geç geldiğimde (ki sık sık olan bir durum) kapının arkasında onu bas bas bağırırken bulmamdan kelli sonunda vicdanımın sesini bastıramadım ve kendisine esmer bir kardeş aldım: zeytin. evde çığrından çıkan tüyleri ve 10 günde kirlenen kedi kumunu saymazsak, ikisini evde patır patır koştururken görmek ve 'sütçü bütün gün evde yalnız, sıkılıyodur' düşüncesinden kurtulmak beni sevindiriyor diyebilirim. sütçüyle ilgili beni en çok güldüren şeyler ise pis kokulara düşkünlük göstermesi (eminim bunun fizyolojik bir açıklaması vardır ama bizim pis olarak adlandırdığımız kokuları yoğun olarak duyduğunda ağzını açıp bir süre ööle kalıyor, 'kafa yaptı' diyoruz biz ahaha), parkelerin üzerinde koşarken patinaj yapması, kakasını yapmadan önce kumu gömü bulacakmışçasına hızlı ve derin kazması, zeytin hanım sulu veya cıvık maddelere patileriyle korkusuzca iğrenmeden dalarken sütçü beyin konakta doğmuşçasına gözlerini kısıp patisini çekmesi... bunun gibi birçok şey. kediler beraber yaşadıkları insanların huyunu alır derler, sanırım bazen kalabalıklardan kaçmak istercesine başını alıp yalnız başına içeriki odada oturması da bunu açıklıyor:)

1

yeni aşkım tchibo

Posted by Anıl on 03:09
Hepinizin bildiği bu Alman mağaza zincirine resmen aşığım ben! Ucuza servis ettikleri güzel kahvesi olsun, ıncık gıncık ve hiper-pratik eşyaları olsun Almanlara olan hayranlığımı pekiştiriyor. Her iki haftada bir değişik temaları oluyor ve aletler o temaya uygun. İnternetten de alışveriş yapılabiliyor. Duyduğuma göre gönderim hızı da harikaymış.
Balık şeklinde balık ızgarası satıyorlar mesela 20 TL'ye, bakınız altta.




Bir de en çok masa-bistro standına bayıldım ben, bahçesi veya yazlığı olanlar için süper olmuş. Yüksekliği de ayarlanabiliyormuş. Bakınız:









Opera dürbünü satıyorlar, mesela her konserde önümdekilerden sahneyi göremeyen ben bu aletten alıp köşeme çekilerek konserleri öle izlemeyi planlıyorum. (komik görünebilir, evet:p)


Son olarak bayıldıım aletlerden biriyse kayıt cihazlı açacak. Kayıt cihazına gereksinim duyanlar için iki işlev bir arada!


Yeni sevgilim Tchibo!

0

ela, ela, eeeee

Posted by Anıl on 02:55

Şu hayatta en hayıflandığım konulardan biri de rock n coke 2007'ye gitmemiş olmak. Adamlar Franz Ferdinand, Chris Cornell ve Manic Street Preachers'i ayağına kadar getirsinler, sen gitme, olacak iş değil. Manic Street Preachers'ın geçen sene konserlerde çaldığı, sonra kaydını da yaptığı bir cover var ki, birkaç aydır sık sık dinliyorum: Rihanna'nın Umbrella şarkısı. Süper yapmışlar, süper. şu linkten dinleyiniz: http://video.google.com/videosearch?q=manic+street+preachers+umbrella+cover&emb=0&aq=1&oq=manic+street+preachers+umb


1

bekarlık sultanlık mı? :P

Posted by Anıl on 09:10

İşte can sıkıntısından yazmaya koyulduğum bir yazı... akıllarda yer eden bir film: Singles. 90'ların başında, grunge akımın şaha kalktığı dönemde Seattle'da çekilmiş bu pek şahane filmi, belli ki akımın hastası olmuş Cameron Crowe abi Pearl Jam'den, Alice in Chains'ten, Soundgarden'dan (Nirvana nerde, ha??) eşi dostu toplayıp yönetmiş. Şu aralar The Closer dizisinden aşina olduğumuz Kyra Sedwick başrolde oynuyor. Sevimli kadın-erkek ve komşuluk ilişkilerinin yanı sıra Chris Cornell, rahmetli Layne Staley ve Eddie Vedder'ı görmek pek şukela... Soundtrack'i de cabası tabe. film afişine bakarak 'ah mazi' diyebiliyoruz sadece:)

2

yüzyılın sesi

Posted by Anıl on 01:07

küçücükken missing şarkısını duyduğumda "böyle bir ses olamaz" demiştim ve hiç bitmeyecek bir aşka kaptırmıştım kendimi: Tracey Thorn'un sesine...Bir de onu ilk kez görme hikayem var tabi, o da ayrı mesele:) Everything But The Girl şarkılarına bulduğum yerde yapışırken henüz yüzünü görmediğim bu sesin sahibi ancak bir peri kızı güzelliğinde olabilir diye düşündüm uzun yıllar. Daha o zaman internet yok, yabancı albüm alacak param yok, radyo ve trt3'te yayımlanan pop saati var sadece:) işte missing klibine ilk kez denk geldiğim an tvye uzun uzun baktığımı hatırlıyorum inanmaz gözlerle. baya bir şok oldum kadıncağızın hayalimdeki güzellikte olmamasına. tabi artık o şoku aştım, şimdi tracey thorn'un güzelliği daha bir kişilikli geliyor bana ehehe. her neyse, tracey'nin solo albümü 'out of the woods' yeni çıkmadı aslında ama yıllar geçse de eskimeyecek güzellikte. (ufff, dergici cümleleri kuruyorum yaa!). Sözleri anlamlı şarkıların yeri benim için ayrı oluyor (sezen aksu'yu sevme nedenlerinden biri), bu yüzden albümü bıkmadan dinliyorum. Özellikle de aşkın nereye gittiğini sorgulayan, ikimizin hayaletleri paralel bir evrende geziniyor şimdi diyen By Picadilly Station I Sat Down And Wept (Piedra Irmağının Kenarında Oturdum Ağladım :p) aşmış güzellikte bence. Bir de, sapına kadar İngiliz olan Tracey Thorn'un (ve dolayısıyla EBTG) şarkılarının en güzel yanı bol bol deyim, atasözü içermesi. Şarkılarını dinledikçe ve 'bu da ne demekmiş' diye merak ettikçe pek çok şey öğrendim ben kendilerinden. Dinleyiniz, dinletiniz.

2

hoşgeldim...

Posted by Anıl on 13:19



Blogger'lar kervanına ben de katıldım, hadi hayırlısı...Varolmaya bir anlam yüklemek, dünyada iz bırakmak istemek insanın en büyük ama en masum zaafı sanırım. Blogumu yaratırken çok düşündüm; evet, çok sevdiğim şeyler var ama kendimi onların üzerinden tanımlayacak kadar çok sevdiğim, ağır basan bir şey yok hayatımda. Bu aralar, aslında neredeyse 1 senedir, hayatımı bambaşka bir boyuta sokan olay işim oldu. Biliyorum, ekipteki kızlar bu sözlere gözlerini devirecek ama ufak tefek durumların dışında ben işimi çok seviyorum. Sanırım öteden beri bi işin altında imzam olsun, çevirdiklerimi yzdıklarımı pek çok kişi okusun hevesi içimde hep vardı. İşimi yaparken hiç iş yapıyorum gibi hissetmiyorum; onca yazıyı yazmak, fotoğraflarını ayarlamak, çekimlere gitmek bana bir oyun gibi geliyor ve bu oyunun sonunda hesabıma para yatıyor sanki. Tabii, şanslı olduğum noktalar var, çalışma arkadaşlarımı kendim seçsem böyle iyi seçemezdim. sıkıldığımız bunaldığımız anlar elbette oluyor ama yine de bu dergiye denk geldiğime ve böyle insanlarla çalıştığıma inanamıyorum bazen. zaten ekipte herkesin doğum günü 7 veya 17 ehehe:)

Copyright © 2009 Ordan Burdan All rights reserved. Theme by Laptop Geek. | Bloggerized by FalconHive.